mercredi, novembre 19

what is any life without the pursuit of a dream?

Dr. Curtis McCabe: My favorite Beatle was once John. Now it's... Paul.

vendredi, novembre 7

from outer space.

Colonel Tom Edwards: This is the most fantastic story I've ever heard.
Jeff Trent: And every word of it's true, too.
Colonel Tom Edwards: That's the fantastic part of it.

mercredi, novembre 5

"you didn't vote for him and now you can eat him!"

..said Yann, during Monsieur Michelot's trance of a discours. Mac Cain!
Now I remember, remember the Fifth of November.
And I am a Türque.
Yay for global citizenship.
Yay for not really throughly knowing my god.. oh noooo, Allah-damn political history.
May the enthusiastic young generation of Turks on Facebore be this eager when time comes to decide for their own in the polls.
God bless America.

okuyucu.

Saadettin Tevezligil - Ankara
04 Kasım 2008, Salı 17:20
Vanp pozları vermesine hiç gerek yokmuş. Zaten kendisini beğenmezdim, şimdi daha bir antibatik geliyor. Ben daha çok hümanist aktrisleri severim. Ayrıca üzerindeki kürk yapılırken kimbilir kaç tane kedi köpek ilhaf etmişlerdir, düşünmek bile istemiyorum canım. Bakalım Obama mı, Mak Keyn mi ?

mardi, novembre 4

this is not an exit.

"there are no more barriers to cross. all i have in common with the uncontrollable and the insane, the vicious and the evil, all the mayhem i have caused and my utter indifference toward it i have now surpassed. my pain is constant and sharp and i do not hope for a better world for anyone, in fact i want my pain to be inflicted on others. i want no one to escape, but even after admitting this there is no catharsis, my punishment continues to elude me and i gain no deeper knowledge of myself; no new knowledge can be extracted from my telling. this confession has meant nothing."

vendredi, octobre 31

fulldizi

copy paste:

"bagdagul

ya ben nededim bu iki haftaya hamile kalir demedimmi ya ben erdim kardesim millet bi kere yatiyo hamile kaliyo ben 4 yillik evliyim tik yok anlamadim kim dogru

mercredi, octobre 22

bayağı. garip. bir albüm.

"go on, grab your hat and fetch a camera. go on, film the world before it happens."

lundi, octobre 20

all-time top five most memorable high fidelity quotes

biraz zor oldu beşe indirmek, hile yaptım. hornby'yi değil -illa ki illa ki mutlu son, peki ya about a boy?! öğh-, cusack'i övdüğümü düşünmeyi tercih ediyorum.

5- "fetish properties are not unlike porn. i'd feel guilty taking their money if i wasn't.. well, kinda one of them." / "a while back, dick, barry and i agreed that what really matters is what you like, not what you are like. books, records, films- these things matter. call me shallow. it’s the fucking truth."

4- "it would be nice to think that since i was 14, times have changed.. relationships have become more sophisticated, females less cruel, skins thicker, instincts more developed. but there seems to be an element of that afternoon in everything that's happened to me since. all my romantic stories are a scrambled version of that first one."

3- "three: i miss her smell and the way she tastes. it’s a mystery of human chemistry, and i don’t understand it. some people, as far as your senses are concerned, just feel like home."

2- "a sly declaration of new classic status slipped into a list of old safe ones. very pussy."

1- "what came first, the music or the misery? people worry about kids playing with guns, or watching violent videos, that some sort of culture of violence will take them over. nobody worries about kids listening to thousands, literally thousands of songs about heartbreak, rejection, pain, misery and loss. did i listen to pop music because i was miserable? or was i miserable because i listened to pop music?"

jeudi, octobre 16

anderson again and again

698
00:43:09,119 --> 00:43:11,019
What's wrong with you?

699
00:43:13,123 --> 00:43:14,590
Let me think about that.

700
00:43:14,692 --> 00:43:16,592
I'll tell you the next time I see you.

701
00:43:16,694 --> 00:43:20,221
Sure, tell me then.

702
00:43:22,499 --> 00:43:24,296
Thanks for using me.

703
00:43:30,040 --> 00:43:32,372
You're welcome.

mercredi, octobre 15

pamuklara sar beni

Füsun bunu onaylarsa, kelimelerin bizi aldatmadığını, yaptığımız asıl şeyin birlikte aynı mekanda bulunmak, evet, birlikte oturmak olduğunu düşünürdüm. Oraya asıl geliş nedenim olan Füsun ile aynı mekanda bulunma isteğime en saf biçimiyle dokunduğu için, "oturmak" kelimesi çok yerindeydi. Halkı küçümsemeyi iş edinmiş bazı aydınlar gibi, Türkiye'de her gece "birlikte oturan" milyonlarca kişinin bu kelimelerle aslında hiçbir şey yapmadıklarını ortaya koyduklarını asla düşünmez, tam tersi, birbirlerine sevgiyle, dostlukla, hatta tam ne olduklarını bilmedikleri, daha derin içgüdülerle bağlı insanlar arasında "birlikte oturmanın" bir ihtiyaç olduğunu geçirirdim aklımdan."
Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi, İstanbul: İletişim Yayınları, 2008. s. 327.

Ama "mutluluk" burada yeterli bir kelime değil. O arka odada yaşadığım şiiri, o üç-beş dakikanın bana verdiği derin tatmini başka türlü anlatmaya çalışacağım: Zamanın durduğu, her şeyin sonsuza kadar aynı kalacağı duygusuydu bu. Bu duygunun hemen yanında korunma, süreklilik ve evde olma hazzı vardı. Bir başka yanında, dünyanın ve alemin basit ve iyi olduğuna dair yüreğimi hafifleten bir inanç, daha süslü kelimelerle söylersem, bir dünya görüşü vardı. Bu huzur duygusu, elbette Füsun'un yüzü, zarif güzelliği, ona duyduğum aşktan besleniyordu. Arka odada onunla üç-beş dakika konuşabilmek, zaten kendi başına bir mutluluktu. Ama bu mutluluk, biraz da içinde bulunduğumuz mekanın, odanın sonucuydu. (Fuaye'de onunla yemek yiyebilseydim gene çok mutlu olurdum, ama bu başka türlü bir mutluluk olurdu.) Yere, mekana, ruh haline bağlı bu derin huzur, çevrede gördüklerimle, Füsun'un ağır ağır ilerleyen kuş resimleriyle, yerdeki Uşak halısının kiremit rengiyle, kumaş parçaları, düğmeler, eski gazeteler, Tarık Bey'in okuma gözlüğü, küllükler ve Nesibe Hala'nın örgü takımlarıyla karışıyordu aklımda. Odanın kokusunu da içime çeker, çıkmadan önce cebime atıverdiğim bir yüksük, bir düğme, bir makara, daha sonra bana bütün bunları Merhamet Apartmanı'ndaki odada hatırlatır, mutluluğumu uzatırdı.
a.e., s. 394

samedi, octobre 4

bir gün bir wilde

I Like this quote I dislike this quote

“A little sincerity is a dangerous thing, and a great deal of it is absolutely fatal.”

mardi, septembre 30

nolan again and again

"you know, i can remember so much. the feel of the world.. her. (sighs) she's gone. and the present is trivia, which i scribble down as fucking notes."

lundi, septembre 29

winterbottom again and again

if we had enough information, we could predict the consequences of our actions. would you want to know? if you kissed that girl, if you talked to that man, if you take that job, or marry that woman, or steal that papel? if we knew what would happen in the end, would we ever be able to take the first step, to make the first move?

mardi, juillet 22

crécy

"Ben yaparim bunu ne var 5_6 tane florasan ahah gozluklu tipe bak. Dans bile edemeyen tiplerin me isi var opda"

imla hatalarını, fazla boşlukları aynen kopyaladım. safi kıskançlık, safi.

jeudi, juin 26

sıcak bir akşamüstü daha.

otobüsten indim.
şortum bacaklarıma yapışıyor. aradan yürüyorum, toz topraktan geçemem şimdi. kapı önüne masa atmış teyzeler yine, bir yandan çocuklara bakarken bir yandan çitçit.. sonra paçalarımdan çıkıyor o kabuklar evde ama, işte bugün şort giydim. başörtülü bir kadın, gençten, ısrarla bana bakıyor. ben de ona bakıyorum, istemsizce kaşlarımı bile çatıyor olabilirim. ama annemden aşırdığım gözlük var, o beni görmüyor. sonra kucağındaki, bluzuyla aynı kumaştan bir bezle örttüğü, bebeğini farkediyorum. yaklaştıkça bebeğin suratı büyüyor. ama rengi bir garip sanki? şimdi anlıyorum. kadın bebeğini emziriyor. ve bebeğini emziren kadın, ben oradan geçiyorum diye aslında geriliyor.
ne kadar garip; bileklerini itinayla gözlerden koru, sokakta bebek emzir.. kutsal annelik zırhı dedikleri bu olsa gerek. vücudu sarmalamasa da kafasının üstünde böyle melek halesi gibi asılı duruyor.. olsa gerek.
düşünüyorum, bunu başı açık biri yapsa ben yadırgar mıydım? ya da izmir'de olsam.. hayır mı, evet mi, artık bilmiyorum. siyah ya da beyaz diyebilmeyi özlüyorum bazen. taşkafalı insanlar kendilerini bu yüzden mi daha karakterli hissediyorlar!
mesleki deformasyon freudyen boyutlara taşınıyor.. rüyamda obama'yı gördüm. "başkan olmaya çalışırken ödün verdiğiniz hangi özelliğiniz sizi en çok üzüyor?" diye sordum ona. hatta bir ara "liberté égalité fraternité gibi" dediğimi dahi hatırlıyorum.
rüyamda nemesis vardı, vendetta peşinde. aman aman, evlerden uzak.

samedi, juin 21

sub rosa

aynı klasörden başka 1 inci.. proust'u ilk okuduğumda üşenmeden yazdığım birkaç alıntı. kayıp zamanın izinde: swannlar'ın tarafı. maalesef sayfaları yok, YKY'nın Roza Hakmen çevirisi ama hangi basım onu da bilmiyorum, o kitap izmir'de, bakamıyorum.

>> ama aslında bu oyundan zevk alıyorduk çünkü insanın adlandırdığı şeyi yarattığına inandığı yaşlardaydık henüz.

>> hiç süphesiz, swann bu şekilde, aralarında geçen konuşmaları hatırlarken, tek başına kaldığında onu düşünürken, onun görüntüsünü, romans dolu hayallerinde yer alan başka birçok kadın görüntüsünün arasına katıyordu sadece; ama herhangi bir tesadüf sayesinde odette de crécy'nin görüntüsü bütün bu tahayüllere hakim olsa, (hatta belki bir tesadüfün yardımına bile gerek yoktu, çünkü o ana kadar gizli kalmis bir durumun ortaya çıktığı esnada meydana gelen bir tesadüfün, bu durumun üzerinde hiçbir etkisi olmayabilir) bu tahayülleri onun hatırasından ayırmak artık mümkün olmasa da, o zaman, ne vücudun kusurları bir önem taşırdı, ne de bu vücudun, swann'ın zevkine, bir baska vücuda kıyasla daha uygun olup olmaması; çünkü sevdiği kadının vücudu sıfatını bir kere kazandi mi, swann'a mutluluk veya acı verebilecek tek vücut o olurdu.

>> ara sıra bizi yalayıp geçen bu şiddetli heyecan rüzgarı, aşkın oluşturulma yöntemleri, kutsal hastalığın yayılma biçimleri arasında en etkili olanlardan biridir. bu durumda ok yaydan çıkar, o sırada birlikte olmaktan hoşlandığımız kişi kimse, aşık olacağımız kişi de odur. bu kişiyi o ana kadar başkalarından fazla, hatta onlar kadar beğenmiş olmamız bile gerekmez. önemli olan, o insana düşkünlüğümüzün, başka herkesi dışlamasıdır. bu koşul da, - o kişinin eksikliğini hissettiğimiz anda- onun cazibesinin bize yaşattığı hazların arayışı, yerini ansızın, yine aynı kişiyi hedef alan, kaygılı bir ihtiyaca bıraktığında, yerine getirilmiş olur; bu alemin yasaları gereği, bu saçma ihtiyacın giderilmesi imkansız, tedavisi de zordur: bu mantığa aykırı, ıstıraplı ihtiyaç, ona sahip olma ihtiyacıdır.

>> kadınlar konusunda ne kadar görmüş geçirmiş ve bıkkın olsak da, farklı kadınlara sahip olmayı hep aynı ve önceden bilinen bir şey olarak görsek de, zor - ya da bizim zor zannettiğmiz- kadınlar, sahip olmayı, yepyeni, değişik bir hazza dönüştürürler,sahip olma eylemini, ilişkimizdeki beklenmedik bir olaya dayandırmak zorunda bırakırlar biz; swann için de o ilk gece, cattleyeların düzeltilmesi böyle bir olaydı.

>> insanlarla genelde o kadar ilgilenmeyiz ki, bize bunca acı ve mutluluk verebilme gücünü bir kişiye yüklediğimizde, o kişi başka bir dünyaya aitmiş gibi görünür gözümüze, bir şiirsellikle sarmalanır ve hayatımızı, kendisinin az çok yakınımızda bulunacağı, heyecan dolu bir akış haline getirir.

>> böyle anlarda, odette portakal şerbeti hazırlarken, tıpkı iyi ayarlanmamış bir yansıtıcının, bir nesnenin atrafında, duvarda gezdirdiği iri, tuhaf gölgelerin bir süre sonra o nesnenin üzerinde toparlanıp ortadan silinmesi gibi, swann'ın odette hakkında oluşturduğu bütün o korkunç, oynak fikirler de, birdenbire, karşısında duran o büyüleyici bedenle birleşip kaybolurdu. swann ansızın, odette'in evinde, lambanın altında geçirdiği bu bir saatin, belki de yalancı bir saat olmadığı, sırf swann'ın kullanımı için hazırlanmadığı (sürekli düşünmekle birlikte kafasında tam olarak canlandıramadığı o ürkütücü ve harikulade şeyi, yani odette' in gerçek hayatında, swann'sız hayatında yer alan bir saati gizlemeye çalışmadığı), sahne aksesuarlarıyla kartondan yapılmış meyvelerden oluşmadığı, gerçekten odette' in hayatının bir saati olabileceği hissine kapılırdı; belki kendisi orada olmasa, odette forcheville'i aynı koltuğa oturtacak, ona bilinmedik bir iksir değil, şu portakal şerbetinin aynısını ikram edecekti; belki de odette'in yaşadığı dünya, swann'ın durmaksızın hayalinde canlandırmaya çalıştığı, belki sırf kendi hayalinde var olan o korkunç, doğaüstü alem değil, gerçek dünyaydı, özel bir hüzün barındırmıyordu içinde; swann'ın oturup yazı yazabileceği şu masadan, tatmasına izin verilecek olan şu şerbetten, hem merak ve hayranlıkla, hem de minnetle seyrettiği bütün bu eşyalardan oluşuyordu sadece; bu eşyalar, swann'ın hayallerini içlerinde eritip swann'ı onlardan kurtarıyor, buna karşılık kendileri de bu hayallerle zenginleşerek, hayallerin elle tutulur gerçekliklere dönüşebileceğini swann'a gösteriyorlar, ilgisini çekiyor, gözünde önem kazanıyor ve ruhunu dinlendiriyorlardı.

"sevdiklerinin üzülmesi neden üzer?"

bu yazıyı ben yazmadım. yıllar önce, yanılmıyorsam 2002'de, white saint diye bir yer/ biri vardı nette, bir şekilde denk gelip okumuştum. o zamanlar daha 1, daha 1 neydik ki. saf? daha az görmüş? öyle ya da böyle, bende iz etmiş bir yazıydı. tekrar okuyunca aynı etkiyi yapmamasına şaşırmamam kartlamanın bir belirtisi olabilir mi?
belgelerimin derinliklerinden çıktı, buraya koyuyorum. referans verebilmek için googleladım, white saint yok, ama benzer (en azından uslubu) bir blog buldum: şu. eğer öyle değilse, umarım yazının gerçek sahibi bana kızmaz..

sevdiklerinin üzülmesi neden üzer

- sevdigin bir insanin üzülmesi neden üzücüdür?

- digerleri için cevap veremem ama bence empati... üzüntünü ben de hissediyorum ve senin o aciyi hissediyor olman beni üzüyor çünkü ben de hissetsem bana da aci verirdi...

- yani; hissetseydin sen de aci duyacagin için mi aci duyuyorsun?

- hissetseydim ben de aci duyardim bu yüzden üzülüyorum... az önce söyledigim bunun gibi birsey ve aslinda anlamsiz... hissetseydim diyorum; fazla hissediyorum ve bu da üzüyor...

- gerçekten hissediyorsan sen de zaten üzülüyorsundur bir adim ötesine gerek yok... ama ya gerçekten hissetmedigin birsey?

- aslinda su an hissettign aciyi fiziksel olarak hissetmiyorum... ama hissediyorum çünkü seni nasil etkiledigini görüyorum, seni öyle görmek de bana benzer bir aci veriyor...

- 'seni öyle görmek de bana benzer bir aci veriyor' iste bunun sebebi... nedir?

- çünkü seni seviyorum... tuzaga düstüm degil mi?

- bu soruya 'çünkü seni seviyorum' demek, sevgi ile sevginin sonucu olan 'karsindaki üzülünce üzülmek' kavraminin arasinda olup bitenlere kara kutu gözüyle bakmak oluyor... ben kara kutunun içini soruyorum...

- kara kutunun içindekileri bilmeyi isterdim... peki ben üzülünce sen niye üzülüyorsun?

- bir sebebi toplumsal 'meli mali'lar olabilir... sevdigin insani koru'mali'sin gibi seyler...

- digeri...

- sevdigin insan sende mental birseyleri doyuruyorsa, onun ölmesi veya sana kattigi mental seyleri katamayacak duruma gelmesi seni kötü hissettirir... bu yüzden karsindaki insan birazcik bile zarar görse (yani sana katamamaya dogru birazcik olsun yaklassa) sen de üzülürsün 'ya artik katamayacak olursa' diye...

- baska?

- sevdigin ve seni seven insanlar güven verir... onlardan uzaklasmak güveni azaltir ve onlarin üzülmesi uzaklasma ihtimalleri anlamina gelir...

- 2. açiklama oldukça mantikli ama yeterince kutsal degil degil mi?

- sen bir insani seviyorsun... ama günlük, normal haliyle seviyorsun çünkü bu haliyle algilaman sende bir takim anlamlar uyandiriyor 5 duyun ve fikirlerin ve spiritüel enerjileri tarafindan uyarildikça... onu üzgün görünce, hosuna giden ve alistigin sekilde uyarilmamaya basliyorsun ve bu seni de üzüyor... bir anlamda sigarasiz kalan birinin 'üzülmesi' gibi ve onun eskisi gibi, senin hosuna gittigi gibi olmasi için elinden geleni yapmaya basliyorsun...

- yani seni teskin etmeye çalismamin amaci sen gibi gözükse de aslinda kendim...

- belki... bu birine iyilik yapmaya benziyor... aslinda iyilik yapinca aldigin tepki (uyari) seni sevindirdigi (sende pozitif etki yarattigi) için iyilik yaparsin...

- ve bunun böyle oldugunu görmek de sana aci veriyor çünkü yeterince kutsal degil...

- bu sadece robotsal bir etki-tepki... haz ve aci gibi 2 kavram birakiyor sadece geriye ve bunlarin açiklandigini varsayarsak dogru bile denebilir... ama... karsilik beklemeden... bir karsiligi olmadan... bu nerede?

- belki de karsilik beklemek (belli limitler içinde) bu durum için gereklidir... 2 insan hiçbir sey bekleyerek bir arada olamaz...

- birsey beklemenin ötesinde bir yerlerde birsey beklememek yok mu? evet var... ama sistem içinde olamiyor iste... fazla birsey degismiyor aslinda... insan verdigini aslinda kendine verir... bu fark edilse bile ve sistem degisse de yine ayni nokta çünkü kendine vermek için disari veriyor sonuçta... hiç kendine bir katkisi olmadan disari vermek?

- sende olmayani baskasina veremezsin ya da yansitamazsin... o zaman 'bazi' seyler için karsilik beklemek belki de o kadar da yücelikten uzak degildir...

- evet bu dogru 'olmayani veremezsin'... ama ayni zamanda 'baskasinda (veya baskasinin) olmayan birseyi ona veremezsin'... bu durumda 'sende' veya 'onda' olmasinin bir anlami kalmiyor... bu durumda bu örnegin görevi bitiyor... çünkü 'sahiplik' kavrami giriyor isin içine... oysa 'biri üzülünce üzülmek'te idik...

- bu durumda sende ve bende sevgi olduguna göre üzülünce üzülmek anlamli hale gelmiyor mu?

- sevgi kutsal... ve sevgi üzülünce üzülmenin sebebi... dolayisiyla üzülünce üzülmek de anlamli... ama sevgi ile üzülünce üzülmek arasinda neler olup bitiyor?

- bilmiyorum bunu yasiyorum ama anlatamiyorum... su an hissediyorum ama ifade edemiyorum...

- pekala... ayni kulvardaki bir baska soru... aglayan bir yavru kedi gördügünde neden acirsin ona?

- bir kedi aç ya da üsümüs oldugu için aglar (yüksek ihtimalle) ve ben de aç olmanin ya da üsümüs olmanin ne kadar zor oldugunu animsarim... çünkü canli bir örnek vardir önümde ve üzülürüm...

- o halde bu yemek yerken bir böcek gördügünde midenin bulanmasiyla ayni sey... çünkü o böcegi yemis gibi düsünürsün kendini ve istahin kaçar... ayni sekilde 'ya ben de üsüseydim' ihtimali içini titretir... peki niye acidiktan sonra o kediyi alip evine getirip süt verirsin? ya da sicak bir yere götürürsün, varsa?

- çünkü bunu yaparak ileride sen ayni duruma düsersen bir baskasinin da senin için bunu yapma ihtimalini yükselttigine inanirsin... yani bir insan olarak sen bu duyguyu hissedip bunu yapiyorsan gelecekte de bir baskasi insan oldugu için ayni seyi hissedip senin için benzer birsey yapacaktir..

- olabilir; ama bu çok uzun bir zincir... sanki bu kadar uzun olmamali... ama; bunlar çok yakin duygular... sevdigin biri için üzülmekle yoldaki üsüyen yavru kediye acimak... belki de pisi pisiyi sevdigin sekliyle görmek için... ya da sevdigin 'sirin pisicik' imajindan uzak olup görmeyi bekledigin uyarilmayi alamadigin için... düsün; üsüyen bir hamam böcegine kimse acimaz, ama üsüyen bir pisicige herkes acir...

- o zaman aslinda nasil sorusunun cevabini biliyorsun... sevdigin insani 'her zamanki' haliyle deneyimleyememek aci veriyor çünkü onun her zamanki sana kendini daha iyi hissettiriyor; aldigin uyari, güven, vs sebebiyle...

- evet...

- bana oldukça mantikli geldi...

inability to sit in a quiet room alone*

kendime 1 gün (daha). ev spası, ama not ayırmaca yok.. ruhsal arınmaya daha var, yüzümden başlamak iyi bir fikirdi aslında!

risk haritasında negatif kene fotoğrafı: daha da korkunç.
dün akşam benim için çok eğlenceliydi, MSN'de iletilerde patlayan şövenlik ve futbolun "f"sinden anlasa da "u"suna (ne komik kaynaşıyormuş bu ek böyle- haha) geçemeyenler (bkz:ben) için bile 1 ahkam serbestisi. maja'ya kapak oldu, ona eğlenmedim değil ama!
laptopun wifi certified çıkartması bacağımda kaldı sıcaktan.. komik.
buraya yeni 1 mesaj girmemin gerçek sebebine gelince.. i just want my pants back'i yine karıştırırken gözüme çarpan, bizimkilere yazdığım yılbaşı kartlarının assolisti şu paragrafı anahtar kelimelerle nete koyayım artık diye düşündüm.

" 'A very close friend of mine once told me that the most important things in life happen when you're just hanging out. What I think she meant was, well, you can have a good time with just about anyone on a roller coaster, or at the Super Bowl, or in Vegas. But it's really how you feel in the little moments that count. If you find someone who can make you laugh while you're standing on line at the DMV, or when you're sick with the flu, or who you can still have fun with while, say, having a heated debate about the pros and cons of wedding appetizers, well,' I paused, 'that's something.' It wasn't Shakespeare, what I ended up with, but then again, this wasn't a play. It was the real thing and it was okay to be a little corny, a little clichéd. The most important part was that I meant what I said."
David J. Rosen, I Just Want My Pants Back, New York: Broadway Publishing, 2007. p. 220.
*All of man's problems stem from his inability to sit in a quiet room alone.
Blaise Pascal

hamiş: dünün cevabı şuymuş..
"NoBillPosting gave me the tip that the song might be by W.G. Snuffy Walden, who also did the themes for "The West Wing" and "My So-Called Life," among others. So, I emailed Walden, and he confirmed that he and Bennett Salvay, who works with him on the show, composed the song.
So it's not Explosions in the Sky, as I'd guessed, but their moody instrumental rock does help set the tone for many episodes of the show, which has also featured songs by Iron & Wine, Camera Obscura, The Yeah Yeah Yeahs, Spoon and other great bands. Hey NBC: Do I smell a soundtrack? "
http://buzzsugar.com/108527

vendredi, juin 20

çevrimiçilik

en iyi yanım(ız): unutamamak.
ve ilk cümleden düşülen klişe hatalar; parantezli eklerle çiftanlamlandırılan/ paylaştırılan kelimeler. oyun mu yapıyorsun yoksa derdini cümlelerle anlatırken kendini zarafet yoksunu mu hissediyorsun? ya da suçu herkese atarak sivriliğini mi törpülüyor gibi hissediyorsun? kimbilir.. açıklamaya da gerek yok, sanki. bence.
"everything's here, all out of place
losing my memory, the best of me."
dandik bir şarkı daha, ama burası hoşuma gitti, madeleine etkisi yaptı 1 nevi (pelin ve elçin, filmi yarım bıraktırdınız, intikamım acı olacak).
TNT'deki dizi tanıtımlarının müzikleri çok güzel. acep tema müzikleri mi, kendileri mi seçiyorlar. hadi google'a soralım! veee dizinin adını kısa süreli hafızama dahi almaya tenezzül etmemişim, lightslı bir şey amma.. amaaaaann. eminim var bende bu şarkı. ama kim, kim? sanki artık 1 tag programı indirip iPodumu unknown artist kalabalığından kurtarmalıyım.. cd ripperlar sağ olsunlar.
keşke kıçımı kaldırıp amerika notlarımı tashihe başlasam, onları bilgisayara geçirsem vesaire. ama odam çooooooooook uzak (4 metre?) istemiyorum uğraşmak, hayır, HAYIR! stumbleupon stumbleupon, shrink plastic alaydım ya daha çok. ya da lyon'a uçak bileti baksam? ya da campusfrance denen illeti doldursam? faideli işler istemiyorum ve herkes maç izliyor, ben de livescore'a bakıyorum ama gol olsa zaten bağırırlar.. maja'yla, darjan'la dalga geçsem yensek de- ama bu fiyata biletlerle gidebilecek gibi de değilim, pof!! tren istiyordum ama yeşil pasaportum yok ki! STA'dan olmuyor ki! ki ki ki!

dimanche, juin 8

dizi sk.

ibolar'dayız, erkmen tuğba ceren.
basit şeyler
eski günler
zeki müren'in hayatı
neş'e!

mercredi, juin 4

star wars; ama lucas değil, sinatra; ama şarkı değil.. bu uluslararası ilişkiler de haddini zerre bilmiyor kuzum.
stalkerlık ölmüyor, çalışmak istemiyorum, sıkılmak da değil, beynim eski bildiklerini mıncıklamak istiyor, yeni bir şeylerle uğraşmak değil!
eskiye dönmek istiyor, çok eskiye.

life is lived forward but understood backwards (ya da tersi) ki bunu gizem favourite quotes'a yazsa da ben onu hep chevy chase'deki barnes&noble'ın duvarı olarak hatırlayacağım.
sanırım blog konseptine bir türlü alışamam bu yüzden, fazla sembolik, fazla kişisel.. daha az kişisel bir şey yazacağım zaman da.. neden onu bloguma koyayım ki? finallerin ortasında şifreli konuşamazsam neye yarar bu alan, deyin bana.
mick jagger- blind leading the blind DEĞİŞTİR dog traders- expertly configured BU BİRAZ KALSIN.. DEĞİŞTİR kraftwerk- atherwellen BURADAN COMPUTER LOVE'A GEÇ (bunun mükemmel bir remixi vardı neden burada yok!) 5th avenue apple store.. evet özlüyorum NYC'yi, elimde değil, istanbul gibi londra gibi (ekin'in dediğine göre şam gibi.. bundan iyisi, kayısı!)

lundi, juin 2

neden hep mutsuzsun?
sorular sorunca dersin ki,
neden çocuksun neden büyümezsin?
elimde cevabım yok.
olsa neye fayda, yüzün bana dönmez ki..

ağzımda hep tadı var,
üzüm gibi paslı bitince gitmez.
hem yarası hem dikeni var,
batırır beni de yaralar,
acıtır sabahlarımı..

birileri var birileri var
birileri yine sarhoş!
birileri yaz birileri kış,
birileri önce!
birileri bize apaçık, birileri pişman!
birileri bize çok acı,
birileri çok acı,
birileri bize çok acı getirdiler!
birileri farkında birileri farketmedi!
birileri sağ birileri sol birileri farketmedi!
o da bunu görmedi!
bu da sana hiç yetmedi..

üçgen gezegenleri meşru cinayetleri
yine onu vurdular yine ona- bam!
yine geri sar, yine sarhoş,
yine benden uzak kalmış!
beni terketmedi, beni bırakıp gitmedi!

bir yanı tura bir yanı yazı,
bir yanı da bana kalmış!
yine ona ne güzel seslendiler..
yine gözü apaçık, gözleri apaçık!
birileri bize çok acı çektirdiler!

diyor yasemori, alper'in arkadaşı, çok güzel smiths karaokesi yapan kız, klibi de güzel, bu şarkı sanki ham biraz, albümü merakla bekliyoruz.